Sayfalar

16 Ocak 2015 Cuma

Cinque Terre

Cinque Terre

Eveett vakit geldi çattı. Yaklaşık 3 ay öncesinden biletlerini THY den yine uygun fiyata aldığım ne zamandır istediğim hayalini kurduğum Cinque Terre’ ye seyahatimiz İstanbul Atatürk havalimanından Genova Chrisitoph Colombo havalimanı uçuşu ile nihayet başlıyor. 

Öncesinde işinizi kolaylaştıracak birkaç ipucunu da paylaşmak istiyorum :

*Seyahatlerinizi biraz önceden planlama imkanınız var ise çok rahat iç hat maliyetini yakalayacak biletler alabilirsiniz. Hele birde hazır vizeniz var ise bu 2-3 günlük yurt dışı seyahatleri tam de bileti aldığınızı unutmaya başladığınız anda müthiş bir kaçış ve rahatlama imkanı veriyor insana. 

*Otel rezervasyonu: Önceden rezervasyonunuzu yaparsanız daha rahat edersiniz. Ben genelde booking.com sitesini kullanıyorum ama tabi ki buradaki bilgileri de tripadvisor.com gibi seyahat otel&mekan yorumları bulunan sitelerden kontrol ederim. ayrıca rezervasyonunuzu yaparken ücretsiz şekilde yaparsanız iptal veya değişiklik durumunda bir ödeme yapmanız gerekmez.

*Bagaj çook önemli!! gideceğiniz yerin coğrafi durumuna göre sırt çantası veya bavul kullanabilirsiniz.
Bizim tercihimiz her zaman sırt çantasından yana. Hem taşıma kolaylığı olduğundan hemde kabinde yanımıza aldığımız için iniş&binişlerde valiz bekleme derdi de olmuyor. Bu sene sevdiceğimin belindeki rahatsızlıktan dolayı bir sırt çantamızı kabin boyu 4 tekerlekli valiz ile değiştirdik, oda aynı şeklide rahat taşınması ve kabin boyu olmasından dolayı sırt çantasına alternatif olabilir.

*Online Check-in!! evet mutlaka uçuş öncesi üşenmeyin online check-in inizi yapın arkadaşlar, hem zamandan hemde gereksiz formalite işlemlerden kurtuluyorsunuz ayrıca oturmak istediğiniz koltuğu da bu sayede henüz boşken rezerve edebiliyorsunuz emin olun .
Biniş barkodunuzu telefonunuzdan direk uçuğa biniş anında gösterebilirsiniz, biletinizi ayrıca bastırmanıza da gerek yok.

*Gideceğiniz yerlerin ön araştırmalarını yapıp birkaç çıktı alırsanız uçuş sırasında çalışabilir kafanızda bir gezi planı oluşturabilirsiniz.

Bende sehayat öncesi yaptığım araştırmalarımdan Cinque Terre ile ilgili birkaç bilgi topladım. Bu tarz araştırmalar sonrasında o bilgi veya görüntü ile yerinde karşılaşmanız durumunda bir mutluluk bir tanıdıklık yaşatıyor insana. 

Cinque Terre türkçe karşılığı “5 Köy” İtalyanın Liguria bölgesinde Genova ya bağlı tarihi 11. yüzyıla uzanan 5 köyden oluşan bölgeye verilen isim.

Köyler Genova’dan gelirken sırasıyla ;

Monterosso Al Mare 
Vernazza
Corniglia
Manarola
Riomaggiore

Köyler ile ilgili detayları bilgileri ilerleyen satırlarda bulabilirsiniz.

İstanbul - Genova uçuşu yaklaşık 2.5 saat sürüyor tabi var ise istanbuldaki uçuş sırası bekleme durumu hariç :)
Christioph Colombo havalimanı bilenler için izmirin eski havalimanını hatırlattı bana hatta daha minnoş bile diyebilirim. güzelliği tamamen denizin üstüne inşaa edilmiş olması. sanki denize iniş yapıyor hissi yaşatıyor insana.


İniş sonrası şehir merkezine gidebilmek adına “Volabus” isimli bizdeki Havaş karşılığı otobüslere binmeniz gerekiyor. Havalimanı information desk ten veya otobüs şoföründen kişi başı 6euro ya bilet almanız yeterli olacaktır.   





Genova - Cinque Terre ulaşımımızı tren ile yapacağız. Trenimiz Piazza Principe istasyonundan kalkıyor ve yaklaşık 2 saat sürecek. Otelimiz ilk ve diğerlerine göre daha büyük olan “Monterosso Al Mare” köyünde. Trene binmeden önce kısa bir Genova turu yapabilmek için vaktimiz var bu nedenle otobüsten şehir merkezinde “Piazza Ferrari “  Ferrari meydanında iniyoruz. meydana çıkan geniş caddelerden birinde yürümeye başlıyoruz.





Bu sırada geçtiğimiz italya seyahatimizde venedikten satın aldığım kozmetik markasının mağazasına rastladık. bu nereden çıktı şimdi demeyin aldığım göz farı bittiğinden beri yaslardayım dolayısıyla bu karşılaşma süperrr oldu:)) 

İlk alışverişimi mutlu mutlu yaptıktan sonra sahile inmeye karar veriyoruz. Daracık genova sokaklarından minik meydanlar müzeler arasından liman kısmına ulaşıyoruz. Tesadüf karşımıza istanbulda da büyükçene bir mağazası bulunan “Eataly” çıkıyor sanki kebapçı görmüş gibi seviniyorum niyeyse :)) benimsemişim resmen Eataly ‘i :)) İlk cappuchinolarımızı da burada içiyoruz aldığımız atıştırmalıklar ile birlikte. Yani nasıl antepte etin tadı bir başka bir özelse burada da kahvenin tadı bir başka bir özel nerede içerseniz için lezzetli.Fırsat buldukça için derim:) 




Kahvelerimizi içip sahilden yürüyerek tren istasyonuna geçiyoruz. Bir liman şehri olan Genova sahil şeridinde çoğunlukla liman yapılanmasını barındırıyor. Bunun dışında müzeler,cafeler, buz pisti alışveriş merkezi de gözümüze takılan yapılardı. Piazza Principe tren istasyonunda  biletlerimizi “Ticket office” den alıyoruz kişi başı 6.80 euro ya. Şansımıza bir sonraki tren 10 dk içinde geliyor ve Cinque Terreye doğru harekete geçiyoruz.  




Avrupada tren ile her yere ulaşabiliyor olmak gerçekten beni hep imrendirmiştir. Regional trenler gayet konforlu ve fiyat olarak çok makul. Ülkemiz dede bu imkanlara sahip olabilmek ne güzel olurdu diye içimizden geçiriyoruz yine… tekrar…

Trene biraz acele yetiştiğimiz için kaç durak gideceğimize bakamadık birde son anda biletleri “validate” etmemiz gerektiği aklımıza geldi bide onun telaşını yaşadık gereksizce :)) 
Siz trene binmeden önce perondaki “Departure” panolarından durakların isimlerinin bir fotoğrafını çekerseniz kontrol etmeniz kolay olabilir.

Kesin olarak bilemesem de yaklaşık 20 durak gittiğimizi düşünüyorum ortalama 2 saat sürdü. Yolculuk gayet keyifli güzel manzaralar ile geçiyor. Şehirden çıkıp deniz kıyısındaki yerleşimlerin içlerinden geçerek giderek küçülen köyleşen yapıları gözlemleyerek öğleden sonra 3 civarında “Monterosso Al Mare” ye ulaşıyoruuuuzzz. 



İstasyon sahilde deniz kenarında iyot kokusu ve dağ havasının karışımı karşılıyor sizi. 
Dağın yamacına kurulmuş olan “Monterosso Al Mare”  eski ve yeni yerleşim kısımlarını istasyon ayırıyor diyebiliriz. Geniş bir plajı mevcut .Kalacağımız otel daha turistik olan eski yerleşim bölgesinde. Elimizdeki krokiyi takip edip kalacağımız “Da Vice Rooms” a ulaşıyoruz ( yolda bir amcaya sormak durumunda kaldık itiraf ediyim). Bizi Fabio karşılıyor çok güler yüzlü 5 sene önce milano dan buraya taşınmış ve artık bu köyde yaşıyor, çok da mutlu. Özeniyorum kıskanıyorum… Kendinizi evinizde hissedin diyor, köy ve çevresi ile ilgili bilgiler veriyor( bir harita veriyor üzerine köydeki görülmesi gereken yerleri işaretlemiş sağolsun) kış sezonu olduğu için çoğu mekan kapalı dolayısı ile yemek için çok alternatifimiz olamayacak elimizdekiler ile yetinicez artık :(
  





Otel deyip durdum ama aslında bir 3 katlı bir binanın 2. katında daki 3 odadan ve ortak bir terastan oluşan bir butik pansiyon burası. Odaları çok zevkli dekore etmişler tertemizz ihtiyacınız olabilecek herşey mevcut. odaların baktığı holde bir snack bar çay kahve küçük atıştırmalıklar misafirlere ikram amaçlı sunulmuş.Kahvaltı için Fabio merkezdeki bir cafe ile anlaşmış orayı kullanmamızı rica ediyor.   







Eşyalarınızı bırakıp hemen köyü keşfe çıkıyoruz. Köyü gelen olarak bir turlayıp birşeyler yemek istiyoruz. Saat  akşamüstü 5-6. Saati neden söyledim çünkü bu saatte acıkmamanızı tavsiye ederim yemek servisi 7de başlıyor çünkü beklemeniz lazım eğer mekan açıksa ki çoğu mekan öğle yemeği servisinden sonra kapanıp akşam tekrar açılıyor. Yani sezon da nasıldır bilemem ama Bu sabah akşam siestacılık bize terss:) bünye anlamıyor bu durumu :)

Otelin yanında “Fast Bar”  adında bir cafe barda hızlı atıştırmalıklar (Bruchetta, Caprese salata,Mozarella Sandwich) ile karnımızı doyuruyoruz. Bu arada zaten kapalı olan hava iyice bozuyor ve yağmur başlıyor şiddetli biçimde, bugünlük başka bir aksiyon yapamayacağımızı anlayıp odamıza çekiliyoruz.
2.Gün
Sabah erkenden kalkıp ilk iş Köyün tepesinde bulunan kiliseye çıkmayı planladık. Sonrasında Fabio nun bahsettiği kilisenin yanındaki mezarlığı gezicez. Mezarlık gezmek ilginç oldu biraz:) Fabio nun dediğine göre Napolyon zamanında aslında aşağıda köyde bulunan mezarlığı tepeye taşıma kararı almış ve bütün ölüleri tek tek tepeye taşımışlar. Kiliseye çıkan yol köyü güzel manzaralar eşliğinde görebileceğiniz bir patikadan oluşuyor.






Mezarlık hayatımda ilk defa karşılaştığım bir yapı. Çok etkileniyorum ilk defa böyle bir mimari ile karşılaşıyoruz. Tertemiz ve düzenli sanki müze gibi. Allah rahmet eylesin deyip duamızı edip arkadaki patikadan köyün içine iniyoruz.





Bölge yüksek dağlar ile çevrili tepelerdeki teraslarda üzüm ve zeytin yetiştiriciliği yaygın. ilk görüşte karadenizdeki çay bahçelerini anımsatıyor. Daha aşağılarda ise limon ve portakal ağaçları neredeyse her evin bahçesinde mevcut.
Evlerde yeşil panjur zorunlu diye düşünüyorum, panjursuzu geçtim yeşil panjursuz ev yok! aramayın :)
Evlerin renkleride birbirinden canlı turuncular sarılar kırmızılar bir renk cümbüşü. Geçimini genel olarak balıkçılık ile sağlayan halk denizdeyken evini rahat şekilde görebilsin diye bu şekilde canlı renkelere boyadıklarına dair bir bilgi okumuştum.






Hava kapalı ancak yağmur yağacak gibi durmuyor, ikinci köy “ Vernazza” ya gitmeye karar veriyoruz. Trenle 4 dakika sürecek yolculuğumuz. İsterseniz köylere yürüyerek de ulaşabilirsiniz ancak bahar ayları daha uygun olacaktır diye düşünüyorum. Biz treni tercih ettik. 

“Vernazza” Kaldığımız köye oranla daha küçük bir köy bir yamaca kurulmuş. küçük bir plajı var. İstasyondan sahile inen yol ve bu yolu kesen dar sokaklara kurulu yeşil panjurlu narenciye renki evler. Monterossoya giden yaya yolu üzerinden köyün güzel mazarasının fotoğraflarını çekiyoruz.    





Gerçekten güzel bir köy kaldığımız köye göre daha küçük olmasından kaynaklı daha sıcak bir havası var. Öğle yemeği için saat konusunda stres altındayız ya kapatırlarsa diye :)) bu yüzden zaten halihazırda açık olan 2 restorandan en kalabalık olan “Antica Osteria Il Baretto” ya kendimizi atıyoruz.  

Deniz mahsulu ve makarna yanında beyaz şarap lı öğle yemeğimiz gayet güzel memnun kalıyoruz tatlı olarak açık olan tek dondurmacıya dikiyoruz gözümüzü :)) kahvelerimizi de sahildeki barda içiyoruz ve dönüş için yola koyuluyoruz yavaştan. Köydeki açık gördüğümüz tek markette kapatmış artık ne durucam diyerek vitrinindeki kağıt dikkatimizi çekiyor ve pess arkadaş diyoruz açmaa açmaaa daha iyi :))) 








Akşam yemeğini Doğum günüm olması dolayısı ile Fabio nun tavsiye ettiği yerlerden “Moretto” da yapmaya karar veriyoruz. Monterosso meydanında bulunan restoran Beyaz masa örtülü şirin bir italyan restoranı. Menü gayet kalabalık ne yiyeceğimize karar vermekte zorlanıyoruz. Önden bir ahtapot salatası sonrasında da pesto soslu makarna ve karışık deniz ürünleri tabağı söylüyoruz. Hepsi birbirinden lezzetli özellikle ahtapot salatası ezberbozan cinsten(hahaha Mehmet Yaşin olsa böyle derdi kesin )Bizim kısaca dibimiz düştü diyebiliriz. Bayıla bayıla yiyoruz yemeğimizi üstüne de kahvelerimizi içip akşamı noktalıyoruz. Bu arada Fabio da süper bir sürpriz hazırlamış odamızda ayrıca teşekkürlerimizi sunuyoruz kendisinee, adamsınn Fabyooo :))





3.Gün 

Bugün planımız kalan 3 köyü “Corniglia, Manarola ve Riomaggiore “ gezmek . Hava süper güneşli bahardan kalma. Kahvaltımızı merkezdeki “Bar centrale” de yapıyoruz. Kahvaltı dediysem Kruvasan ve kahve den başka bir şey yok neyse buna da şükür, tabi kruvasanlar muhteşem türkiyede böylesini yiyemezsiniz diyebilirim dolayısı ile şikayet etmeyin keyfini çıkarın derim.

Kahvaltı sonrası trenle son köy “Riomaggiore” ye geçiyoruz. Yaklaşık 20 dk sürüyor Monterosso dan. Trenden inince köyün merkezine ulaşabilmek için bir tünelden geçmeniz gerekiyor, duvarları seramiklerle süslü şirin bir tünel. 



Bu köyde yine dağın yamacına kurulmuş diğer gördüklerimize göre daha küçük denize kıyısı var fakat plaj gibi değilde daha çok teknelerin inebileceği eğimli dar bir geçit şeklinde. Evler yine narenciye renklerinde yeşil panjurlu. 



Bu köyden diğer köy “Manarola” ya giden yola “Aşıklar yolu” ismi verilmiş fotoğraf çekimi için çok güzel manzaralar vermesi dolayısı ile Manarolaya yürüyerek geçme isteğindeydik ancak yolu kapatmışlar maalesef :)) Bir heyelan yaşanmış ve maalesef ölümle sonuçlanmış dolayısı ile yolu kapatmışlar. Belki yaz aylarında açılabilir siz yine de giderseniz şansınızı deneyin derim.

Günün geri kalanı için 3 alternatif oluşturdum 
  • Trenle Santa Marghaerita istasyonuna gidip oradan otobüsle Portofinoya geçmek(ancak bu şekilde ulaşılabiliyor)
  • Diğer iki köy Manarola ve Corniglia yı gezmek sonrasında köyümüze dönmek
  • Monterossya dönmek ve sahilde kafeye çöküp güzel havanın keyfini çıkarmak
Sevdiceğim 3. alternatifi uygun gördü. son 2 gündür kapalı olan sahildeki kafelerden biri açılmı ve sandalyelerini yolun kenarına atmış hemen oturduk kahvelerimizi söyledik güneşin dalga seslerinin ve miss gibi iyot kokusunun tadını çıkardık birkaç saat. 





Akşam yemeği için yine Fabio nun tavsiye ettiği “Barabba” isimli restorana gittik. Söylediğine göre odun fırınında güzel pizza yiyebilirmişiz. Bizde talimatlara uyup pizzalarımızı yidikk:) 

Sahilde son yürüyüşümüzü yapıp otelimize dönüyoruz ertesi gün 07.36 da terinimiz.
13.20 deki uçağımıza yetişmek için sabah erken saatte ayrılıyoruz Monterosso dan , gün yeni doğuyor deniz çarşaf gibi muhteşem bir manzara… 
Çok güzel bir hafta sonu kaçamağı oldu bizim için, hersene sevdiceğimin ritüel haline getirdiği yapmaya çalıştığımız doğum günü seyahatlerimiz içinde özel bir yere sahip olacak “Cinque Terre”.

Son tavsiye ; Gelin ama yazın gelin :))

Birkaç fotoğrafla veda ediyim çinko terreye ....
  




























16 Aralık 2013 Pazartesi

şibumi neki?

gokcenin şibumisi

Nerden bulmuş böyle saçma sapan isim diyenler için kısa bir açıklama yapma isteği peydah oldu içimde:)

 "Şibumi" Trevanian'ın ünlü romanı...
Ne anlama geldiğini kitaptan bir alıntı ile anlatmak daha doğru olacak;

 "...herhalde belirsiz bir anlamda, üstelik yanlış olarak kullanıyorum. Ya da bana öyle geliyor. Anlatılmayacak bir niteliği tarif etme çabası. Bildiğin gibi şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün; O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllülük demek. Sanatta Şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli... Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey..."
-İnsan Şibumi'yi nasıl elde eder, efendim?
-İnsan Şibumi'yi elde etmez. Ancak onu...keşfeder. Bunu yapabilecek pek az sayıda üstün nitelikli insan vardır. Dostum Otake-san gibi.
-Yani insan Şibumi düzeyine gelmek için çok şey mi öğrenmeli?
-Daha çok, bilgilerden geçip basitliğe varmak gerek.

Herkesin içindeki Şibumiyi keşfetmesi dileğiyle ...



5 Aralık 2013 Perşembe

3. Bumerang Ödülleri Sahiplerini Buldu!

iGaranti ana sponsorluğunda 5 Aralık Perşembe gecesi Babylon’da düzenlenen ödül töreni ile Bumerang Ödülleri sahiplerini buldu.


1.700’ün üzerinde başvuru alan ve 45 bini aşkın SMS’in gönderildiği yarışma, alanında uzman 24 jüri üyesinin ilk 10’a kalan blogları tek tek değerlendirmesiyle finale ulaştı.

Kazanan blog sahiplerini buraya tıklayarak görebilirsiniz :)

----------------------------------------------------------------------------------------------------
Darısı benim başıma diyorum...

;)

Bloggerlar "İyi İçerik Atölyesi" nde buluştu!!

   iGaranti ana sponsorluğunda 5 Aralık Perşembe günü gerçekleşen Bumerang Ödülleri’nin öncesinde, birbirinden önemli konuşmacıların yer aldığı “İyi İçerik Atölyesi”  Hilton Convention Center’da düzenlendi.



 Konuşmacılar arasında, Onur Kabadayı, Björn Sievers, Bülent Mumay, Emre İskeçeli, Emre Oral, Ayşe Arman, Deniz Berdan, Ömür Özdemir, Juliane Grunwaldt, Ceyhun Yılmaz ve Deniz Güven’in de yer aldığı bu konferansta katılımcılar, kaliteli içerik üretmenin incelikleri, sosyal medyada daha geniş kitlelere ulaşmanın sırları, yeni platformlar ve blog ekosistemi hakkında önemli bilgileri paylaştılar.

Etkinliğin detaylı bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz

15 Kasım 2013 Cuma

İlk Heyecan




Muammer Yanmaz'ın yani namı değer Ali Baba'nın kurucusu olduğu muhteşem fotoğrafçılık grubu 40 Haramiler, benimde 72.dönem haramilerine dahil olmam ile birlikte hayatımda vazgeçemeyeceğim bir yere oturdu.


Ve yaklaşık 1,5 sene önce başlayan fotoğraf maceram ilk meyvesini verdi.

İlk defa çektiğim bir fotografim karma bir sergide sergilenecek:)) 40haramiler olarak katildigimiz serginin konusu "İnsan Hikayeleri" . Alibaba gectigimiz haftalarda bir duyuru yapti sosyal medyadaki grup sayfamizda, boyle bir sergi olacagini ve katilmak isteyenlerin fotograflarini kendisine gonderebileceklerini sonrasinda uygun bulduklarinin buyuk olcekli basilip sergilenecegini bldirdi. göndermiş olduğum 3 fotoğraftan bir tanesi uygun bulundu:)) 
Gercekten cok buyuk bir heyecan ilk defa bulunacagim bir taraf . Hep izleyen seyreden olurken bu kez yaratan taraf olmak cok ilginc...:)


Efendim serigimiz 10 Ekim itibariyle Galatada bulunan Sen Jorj Avusturya Hastanesinde sergilenmeye başlandı ne zaman biteceği şu an kesin değil. Hastane dediysem bildiğiniz insanın içini sıkan bunaltan hastanelerden değil, bir kere muhit dolayısıyla Galatanın verdiği bir güzellik ayrıca da ortada dolaşan rahibe kıyafetine benzeyen üniformalarıyla hemşireler ortamı güzelleştiriyor. Avrupalıların sanata verdiği değeri de belirtmeme gerek yok tabi sergi açlışında sahne alan Koralistanbul korosu ve sonrasındaki kokteyl kaliteyi gayet açık şekilde gösteriyordu.


Fotografa gelince; Veli Efendi hipodromunda eğitim gören bir apranti ve egitimlerinde kullandiklari eski yaris atlarindan biri. Hikayesi ise eskiden yarislara katilan fakat sonrasinda yas itibariyle veya sakatlik yuzunden egitim ati olan guzelmi guzel bir at ismini malesef hatirlamiyorum fotografta da net cikmamis diger tarafta jokey olabilmek icin ailesinden uzakta hipodromun yurdunda konaklayip egitimini burada devam ettiren bize gore bir cocugu andiran genc apranti. Jokey olabilmesi icin kazanmasi gereken nice yarisa bu atla hazirlaniyor, tabi egitim sadece yarislardan ibaret degil ahirlarin temizligi ve atlarin bakimindan da aprantiler sorumlu. Yaklasik 2 dakika suren bir yarisin ardindaki hayatlar ne kadar derin ve etkileyici ...

Arkada görünen "Dikkat At Isırabilir"  tabelasına inat aralarındaki yakınlık ve doğallık benim de bu hikayenin bir parçası olmamı sağladı. 

Bana bu fırsatı veren ve bu heyecanı yaşatan Ali Babaya ne kadar teşekkür etsem azdır.

Fotoğraf içimde kalmış ve ortaya çıkmayı bekleyen bir sevdaymış sayenizde anladım ve şimdi daha mutluyum ...

Umarım herkes hayatta kendisini mutlu edecek ancak henüz farkında olmadığı şeyleri keşfetme ve yaşama şansını yakalar...